Oyun SavunuculuğuEbeveynliğin oyuncul hali

Oyunu hatırlayalım

Hayatımızın her anında ve alanında gördüğümüz oyun ne anlama geliyor? İçinde neyi barındırıyor? Ne zaman ve nasıl keşfediliyor?  

İlk soruya verilebilecek onlarca, yüzlerce hatta sayısızca cevap olabilir. Öyledir ki her oyun eşsizdir ve kurallı dahi olsa birebir tekrar edilmesi neredeyse imkânsız bir deneyimdir. Belki de bu sebeple, oyun tanımı yapılacak olsa şimdiye dek oynanan bütün oyunları tek tek anlatmak gerekirdi. En temelde oyun; keyif almak, haz duymak, merak etmek, duygudaşlık kurmak, gelişmek, gözlemlemek, bağ kurmak ve en önemlisi hayatta kalmak gibi ortak duyguları, düşünceleri ve becerileri içeriyor. Hayatta kalmak… Oyun 1800’lü yıllarda hayvan davranışlarının gözlemlenmesiyle keşfediliyor. Bu gözlemlerden, “The Play of Animals” kitabında şöyle bahsediliyor: Hayvanlar, hayatta kalabilmek ve türlerini devam ettirebilmek için oyunu araç olarak kullanıyorlar. Oyunun ne kadar hayati ve topluluğun sosyolojisini etkileyen bir olgu olduğunu görmek bana çok çarpıcı gelmişti. Aynı yazar, sonraki yıllarda hayvanların oyun davranışları ile insanların oyun davranışlarını ilişkilendirerek ele aldığı “The Play of Man” kitabında ise insanların sosyal yaşamda hayatta kalabilmek ve kültürlerini aktarabilmek için oyunlar oynadığından bahsediyor. Ne kadar benzer değil mi? O halde oyun oynamanın içgüdüsel bir davranış olduğunu söyleyebiliriz.

 

“Oyuncul” ebeveyn olmak

Ebeveynlik denince her birimizin aklına genelde benzer şeyler gelir; sorumluluklarımız, değişen hayat düzenine uyum sağlama, çocuklarımızın geleceği, onların gelişimi, eğitimi ve dahası. Tıpkı oyun gibi, ebeveynliğin tanımını yapmak da epey zor. Etkili ebeveynliği ele aldığımızda; çocukla bağ kurmak, onu güvende hissettirmek ve desteklemek, onun temel ihtiyaçlarını karşılamak, ona ilgi göstermek, değer vermek ve rol model olmak gibi özellikleri sayabiliriz. Belki de tüm bunlar ne kadar çokmuş gibi duruyor. Oysa, oyun sırasında çocuğunuzla neredeyse hepsini deneyimliyorsunuz. Bu noktada, oyuna olan bakış açımız oldukça kritik. Oyun denince genelde çoğumuzun aklına puzzle yapmak, bloklarla uzay gemisi inşa etmek ya da oyun hamuruyla figürler oluşturmak gibi şeyler gelir. Çocuklarla, en keyif aldıkları ve en iyi tanıdıkları oyunları oynamak onlara oldukça güven verir. Tüm bu oyunlara ek olarak “oyuncul” ebeveyn olmak “oyun deyince aklımıza gelen oyunlar”ı oynamanın da ötesinde gündelik hayata “oyuncul” dokunuşlar yapabilmektir diyebiliriz. Yetişkinler olarak ilk başlarda “oyuncul” tutum sergilemekte biraz zorlansak da deneyerek, pratik ederek, çabalayarak ve pes etmeyerek bu tutumu kazanmak oldukça mümkün. “Oyuncul” kelimesi oyuna -cul eklenmesiyle meydana gelir. Türkçe’de “-cıl, -çıl” ekleri kelimeye “–e düşkün, -e alışık” anlamını kazandırır. Bu anlamda, “oyuncul” kelimesini de oyuna düşkün, oyuna alışık olarak tanımlayabiliriz. Oyuna alışık olma hali ise gündelik yaşam reflekslerimize oyunu katmakla mümkün gibi. Örneğin, her şeyin yolunda gittiği sırada çocuğunuza göz kırpmak, hiç beklenmedik bir anda suratınızı komik hale sokmak, mutfağa zıplayarak gitmek, belki mutfakta gördüğünüz kepçeyi ya da süt şişesini hemencecik oyun aracına dönüştürmek, opera yapar gibi konuşmak ve dahası. Kısaca, gündelik hayatta otomatik olarak yerine getirdiğimiz davranışlara farklı bir gözle bakmak ve her birine oyun serpiştirmek oyuncul olma haline karşılık gelebilir. Çocuğunuzun hayatına da onun gündelik dünyasına girerek ve bu dünyaya girerken de bildiği, tanıdığı ve keyif aldığı şeyleri yaparak eşlik etmeniz daha mümkün. Onun gündeminde oyun, hareket, yaratıcılık ve merak vardır; keşfetme ve belki de öğrendiğinin farkında olmadan öğrenme vardır. “Oyuncul” dokunuşlarla dünyalarına girdikten sonra etkili ebeveynliğe dair sıraladıklarımızın pek çoğunu kolaylıkla deneyimleyebilirsiniz. Gıdıklayarak bağ kurabilir; göz kırparak orada olduğunuzu hissettirebilir ve güven verebilirsiniz.

 

“Oyuncul” ebeveynliğe dair 3 ipucu

  • Oyun sırasında nesneleri alışılmışın dışında kullanın.

Sevdiğiniz ve sevmediğiniz birer film düşünün. Sevmediğiniz filmi izlerken telefonunuzu kontrol etme ihtimaliniz sevdiğinize kıyasla daha fazladır. Filme devam etmenizi sağlayacak unsurlar sizi tatmin etmediğinde belli bir noktadan sonra filme devam etmek istemeyebilirsiniz. Çocuklar için de durum aynıdır, oyunu devam ettirebilmeleri için oyundaki merak, heyecan ve keyif gibi unsurların devamlılığı gerekir. Siz de evinizdeki nesneleri ya da oyuncakları alışılmışın dışında kullanarak çocuğunuzla oyun kurabilirsiniz. Böylelikle sizin ve çocuğunuzun hem oyuna odaklanma hem de oyundan daha fazla haz alma ihtimali artabilir. 

  • Mizacına uygun olacak şekilde çocuğunuzla bolca fiziksel temasta bulunun.

Çocukların belki de en sevdiği oyunların arasında kıkırdamak, güreşmek, koşup kucağa atlamak ya da gıdıklanmak gelir. Üstelik gıdıklamanın çocuğunuzla kurduğunuz bağı kuvvetlendirdiğine dair bilimsel bulgular da mevcut! Burada dikkat etmeniz gereken, çocuğunuzun mizacına uygun şekilde temasta bulunmaktır. Örneğin çocuğunuzun duyusal hassasiyeti varsa, dokunulmaktan ya da fiziksel temastan çok hoşlanmıyorsa oyunlarınıza fiziksel teması daha az tercih edebilirsiniz.

  • Çocuğunuzun davranışlarını aynalayın, birebir taklit edin.

Çocuğunuzun davranışlarını aynaladığınızda yani onunla aynı hareketleri yaptığınızda sizi görünce şaşırabilir, sevinebilir ve heyecanlanabilir. Oyun davranışlarının taklit edildiğini gören çocuk oyunda kendisini daha özgüvenli hissedebilir. Onu gördüğünüzü, duyduğunuzu ve örnek aldığınızı ifade etmek için de küçük bir ipucu olabilir. Tabii her zaman olduğu gibi aynalamanın da dozu, zamanı ve seviyesi önemli. 

Sonuç olarak, oyun her birimizin en azından kendi çocukluğunda deneyimlediği ve haliyle tanıdığımız bir serüven. Yaşımız ilerledikçe her ne kadar çocukluğumuzdan uzaklaşsak da daha önce deneyimlediklerimiz ve öğrendiklerimiz her zaman bizimle. “Oyuncul” halimizi yani oyuna alışık olma halimizi hatırladıkça ve içimizde bir yerlerde var olan “oyuncul” reflekslerimizi yeniden kullandıkça, çocuklarla olan iletişimimiz ve ilişkimiz bambaşka boyutlara ulaşabilir!

 

Yazar Hakkında

“Küçüklüğümde, hava karardı ya da dışarısı soğuk gibi sebeplerle bazen anne-babam sokakta oynamam için izin vermezdi. Arkadaşlarımda da durum benzerdi. Öyle ya da böyle sokakta oynamanın bir yolunu bulmuştuk! Ben dışarıdaysam, onlara seslenir ve pencereye çıktıklarında dışarı çağırırdım; onlar dışarıdaysa bizim kapıyı çalar ve beni dışarı oynamaya davet ederlerdi. Arkadaşlar olarak birbirimizi oyuna davet ettiğimizde anne-babaları ikna etmek daha kolay oluyordu sanki. Şimdi durup düşündüğümde, belki de farkında olmadan oyun savunuculuğu yapıyormuşuz diyorum. Değişen pek bir şey olmadı; o zamanlarda olduğu gibi şimdi de her fırsatta oyun oynamanın yolunu bulmaya çalışıyorum.”

2018 yılında Boğaziçi Üniversitesi Temel Eğitim Bölümü’nden mezun olan Feyza Yeliz Bayındır şu anda aynı üniversitede Erken Çocukluk Eğitimi Programında yüksek lisans çalışmalarına devam ediyor. İlgi alanları arasında ise erken çocukluk döneminde oyun, “oyuncul” ebeveynlik ve çocuk mizacı yer alıyor. 

Leave a Reply

Your email address will not be published. Required fields are marked *